Müziksiz Olmaz

15 Ocak 2016 Cuma

Kibir ve Kibirli İnsan / 2

Merhabaaa
Ya ben çok mu artiz artiz yazıyorum bu kişilik bozuklukları üzerine? Hocam ve değerli büyüğüm Ayşenur ablam dışında niye kimse samimi bulmuyor?
Konumuz kibir olabilir ama ben de üzülüyorum yani. Sonuçta sosyal ortamda arkadaşlarım da okuyor yazılarımı. Havalı bulan mı dersin, samimi bulmayan mı dersin. Buradan sosyal çevremden olup blogumu okuyan tüm arkadaşlara sesleniyorum “Benim Ayşe Nur ablam var be, sizden çok seviyorum ki ben onu.”
Biraz uzun ve yüzeysel kalmış önceki yazım. Eleştirilere açık bir kadın olmasam ağızlarına tekme atmak suretiyle şiddete başvururdum çünkü Kickbox’a başladım arkadaşlar. Ay çok güzel bir spor. Hocamızın ismini telaffuz edemiyorum. Yazılışı Keung Kon Laguan ama okunuşu karmaşık. Bir de soyadı var bunun. Asyalı minik bir abimiz. Bir adam nasıl bu kadar Çinli olur ve nasıl bu kadar yakışıklı olur bilmiyorum. Galiba karısının Türk olması kendisine sempati duymamı sağlıyor. Maşide yengemiz de taş vallahi taş. Bir de çok güzel bir oğlan çocukları var adı Eray Kon… heh dedim Eray Can’ın Çin prototipi.

Sportif kişiliğim üzerine de hava attığıma göre kas ağrılarım izin verirse Kibir başlıklı ikinci yazıma başlıyorum.

Hatırladığınız üzere Kibir kendini beğenme duygusu ile ortaya çıkan bir tutum ve davranış bozukluğu dostlar. Küstahlık, götü kalkıklık en sık sergilenen davranışlar.
Bu kibir denen şey bütün insanlığın yoldan çıkmasını sağlayacak korkunç kötü bir duygu durumu. Fransız meslektaşım ile bu konuda fikir paylaştık dün akşam. Özellikle yöneticilerin bu duyguya sahip oldukları detayına değindi. Bunu yazacağım dedim. Yaz dedi. Ve şaşırmakla beraber sosyolojik değerlendirmelerde sıklıkla rastladığım şeydi bana anlattıkları.
Dedi ki “Biz Fransızlar olarak kibirli bir toplum yapısına sahibiz. Siz Türkler gibi biz de kibirliyiz. Ortak noktamız ise üstünlük aracı olarak gördüğümüz şeyler.” bu üstünlük aracı olarak görülen şeyi de sahip olunan yüksek makam ve mevkiler, ırklar, mensup olunan tarihler, takip edilen mezhepler ya da içinde bulunulan maddi koşullar olarak anlattı.
“Aaaa evet lan, harbiden bizde de öyle he.” dedim.
Aslına bakarsanız insanın üstünlük sağladığına inanıp kibir sahibi olmasına hâsıl olan şeyin düşünsel bir algıdan ziyade duygusal bir sapma olduğunun altını çizmeliyiz arkadaşlar.
Bütün insanlarda duyguların kontrolü yitirildiğinde akıl kontrolü de yitirilmiş olur.
Öfke, şehvet, tutku gibi duygulara kapılan insanların sağlıklı düşünebilmesi mümkün değildir. Bu gibi duyguların yoğunluğu, aklın devreye sağlıklı bir şekilde girmesini engeller.
Bizim Fransız arkadaş Josiane’a “Haklısın kanka öfkeyle kalkan zararla oturur dedim.”
Çünkü öfke ile kalkan zararla oturur.
Öfkelenen kişi gerçekliği çarpıtabilir, göremeyebilir, fark edemeyebilir. Görse dahi aklını kullanamayabilir, kendine öfke dolu başka bir bakış açısı yaratabilir. Duygunun yoğunluğu arttıkça gerçeğin kendisi görünemez hale gelebilir. Böyle durumlarda ya duygunun kendisi ya da duygu yoğunluğu ile çarpıtılmış olan durum, gerçeğin yerini alır. İşte bu durumda konumunu sağlamlaştıran akılsızlık hali ile aptalca davranışları engellemek çok zordur.
Bir insanın duygularına sahip olması ile duygularının aklına sahip olması halini de birbirine karıştırmayalım sevgili dostlar. Duygular insan doğasında var olan bir şey.

Bana önceki yazımda değindiğim ve örneklediğim için "Kibir ve Milliyetçiliğin ne alakası var?" diye çıkışan bir sürü salak arkadaşım oldu. Kendileri biraz faşisttirler çok afedersiniz. Buradan cevabını vermek istiyorum o minik faşist beyinlere. Sevgili Tolga, özellikle sen oku. Lan oğlum, siz nasıl dinsiz imansızsınız lan böyle? Bir de Müslüman geçiniyorlar başıma. Mallar. Kafasız, düşüncesiz, tatlı su faşoları.
Ben milliyetçilik kötü bir şey demedim ki. Bir millete, bir mezhebe, bir kültüre ya da bir camiaya mensup olmak da insan için kötü bir şey değildir. Yanlış değildir. Kötü olan, yanlış olan; bunlara bağlı duygulara sahip olmak değil, kişiye aklını sapıttıracak kadar fanatik bir bağ ile yakınlaşmaktır. Bastı mı kafalar Tolga bey? Duyguların yoğunlaşması, insanda adalet dengesinin kaybolmasına yol açar bunu asla unutmayınız. Buradan yola çıkarak milliyetçi, mezhepçi aşırılıklara karşı bir tavır koymak herkesin bakış açısının içinde yer bulmalı bence kendine. “Toplumsallaşan Kibir”dir fanatik milliyetçilik. Bireysel kibrin yol açtığı sonuçlara yol açarlar. Bakınız ülkenin Türk-Kürt sorununa. Bakınız İslam coğrafyasındaki mezhep savaşlarına. Kendilerini kıyas ettikleri inanç ve ırklara duyulan kin, haset, nefret, öfke… 1970’li yıllardan bugüne kadar yaşananlara bir bakın faşolar. İslam coğrafyasında mezhepçiliğin, Türkiye’de Türk ve Kürt milliyetçiliğinin yol açtığı yıkımları yüzyıllar boyunca zibilyon kez yaşadık ulan. Olum siz Osmanlıcı mısınız, batı medeniyetlerinin sempatizanı mısınız bi ona karar verin de sonra benimle milliyetçiliği tartışın. İddia ediyorum, her türlü siyasi platformda da tartışırım; Bizim Türk insanının mezhep ve ırk fanatizmi bu ülkenin ilerlemesine engel olan tek gerçektir. Alevi-Sunni, Türk-Kürt… yıllardır çözümsüz bırakılan kibir dolu gereksiz bir çatışma… Ama Maalesef içinde yaşadığımız çağ, bu geri zekalı fikirlere en çok maruz kaldığımız, akıl yoksunu tutumların acısını çektiğimiz zaman gibi. Bana kibir ile milliyetçiliğin ne alakası var diyen denyolar yüzünden oluyor işte bu geri kalmışlık. Kibir toplumsal olarak ele alınırsa çürümektir sevgili dostlar. Bireysel olarak kişi kendisini çürütür. Bir ırkı üstün görme kibri ise o ırkı çürütür. Kürt milliyetçiliği ile Türk milliyetçiliği ile Arap milliyetçiliği ile Şii mezhepçiliği ile Alevi mezhepçiliği ile Sünni mezhepçiliği ile Osmanlıcılık, Arapçılık, Avrupacılık ile hiçbir yaraya deva olamazsın.
Neyse konumuz toplumsal olan kibir değil zaten. Salaklar kafamı bozdu azıcık. Onlara cevap vereyim dedim.

Dostlar;
Kibirli insanlar her ortamda kendilerini üstün gördükleri şeyleri sergilemek ve bununla dikkat çekmek isterler. Bu güç ile otoriter olmak isterler. Meseladır ki; mallarına, mülklerine, güzelliklerine, zekalarına çok güvenirler. Güvenmesinler demiyor sosyoloji.
Diyor ki “bu üstün olduklarına inandıkları şey, kendilerinin başkalarından üstün oldukları hislerini kabartmasın, başka bireyleri bunlar yüzünden aşağılık olarak görmesinler.” diyor. Çünkü sahip olunan şeylerin bir gün kaybedilebileceği unutulmamalı. Ruhun, karakter ve kişiliğin elde kalacağı unutulmamalı.

Bu kişiler bozuk bir ruh halinin esiri olurlar dostlar.
Ruh hali gereği normal olarak tanımlanacak kişi için; açık görüşlü, dışa dönük, samimi gibi kavramlar telaffuz ederiz. Kibirli insanlar için dile gelen söylemler karanlık ve bozuk ruhlu olmalarıdır. Gurur ve aldanma seviyeleri yüzünden iç dünyaları aşırı streslidir ve bu kolayca dış dünyalarına yansıyabilir. Sahip oldukları her şeyi kaybetmemek için gereğinden fazla korkularla kaplıdır ruh halleri. Kendilerini yıpratırlar. Bu yıpranmayı bir gün hissettiklerinde soğuk davranışlar sergilemeye başlarlar. Duygu dolu bir konuşma beklenemez kibirli bir insandan. Büyük bir sevgi beklenemez. Onlara verdiğin kadar sevilirsin. Bulundukları ortamda eğlendikleri de çok nadir görülür. Erkek kibir yüklü bireyler saldırgandır. Öfke kusarlar. Kendilerinden olmayanlara eziyet etmekten çekinmezler. Kibirli kadınların ve erkeklerin olduğu ortamda hava hep gergindir.

En büyük korkuları ise; üstün niteliklerinin sadece kendilerine has olduğuna inandıkları için hata yapmaktan sürekli kaçınmalarını gerektiren büyük endişe ve kaygı halleridir. Bu insanlar sürekli olarak, garip bir şekilde kendinden emin görünürler. Hiç bir eleştiriyi kabul etmezler. Asla hata yapmayacaklarını düşünürler. Sürekli olarak her konuda kendilerini temize çıkarmaya çalışırlar. Bu kişilerin çevresinde bulunan kişiler de yani aynı ortamı paylaşmak durumunda olan insanlar da onların yanında hata yapmaktan çekinirler. Başkalarının hatalarını çok büyütür ve sık sık dile getirirler. Çünkü diğer insanların hataları ortaya çıktıkça, kendilerini daha mükemmel görürler. Bu tutumlarından dolayı da, kimse yanlarında rahat edemez; herkes onlarla beraber olmaktan huzursuzluk duyar. Kibirli insanlar ile samimiyet kurmak zordur. Çünkü her an alay konusu olmaktan korkarlar. Ellerindeki gücü veya serveti kaybettikleri anda yalnız kalmalarının kaçınılmaz olduğunu bilirler. Ancak unutmamak gerekir ki, küstahlıkları yüzünden zaten yalnızdırlar.
Eleştirilmek, kibirli ve gururlu insanların hiç hoşlanmadıkları bir durumdur. Onları sadece övsünler arkadaş. Başka bir mutluluk kaynakları yoktur. Övün, yüceltin, sizden iyisi yoktur. Kendileri başkalarının hatalarını alaycı ve kibirli bir gözle değerlendirdiklerinden, başkalarının da kendilerine alaycı bakacağını, küçümseyeceğini düşünürler. Bir konuda eleştiri yapılması veya öğüt verilmesi küçük düştüklerini düşünmelerine sebep olur.
Küstahlık seviyeleri arş’ı görür. Mimikleri bile küstahça ve sahtedir. Ses tonlarında ani iniş çıkışlar da sahtedir. Bu sahtelikler yüzünden rahatlık ve huzur asla bulamayacakları şeyin başında gelir.
Her şeyden önce “en güzel”, “en akıllı”, “en kaliteli” olma gibi bir iddia ile yola çıkmışlardır. Bu da onları sürekli olarak sıkan, baskı altına alan bir konudur. Ancak, bu insanların unuttukları önemli bir nokta vardır: Kendilerini insanlara karşı hatasız, mükemmel göstermeye çalışabilirler.
Bakın, bu insanlar başkalarını sevebilme yeteneklerini zamanla kaybederler ve bu en iğrenç özelliklerinden biridir bence. Çünkü kibirli duyguları, sevmek duygusunu zayıflık olarak hissettirir.
Çok basit bir açıklama yapmak gerekirse; bir insanı sevebilmek için o kişideki güzel yönleri görebilmek gerekir. Kibirli insanlar bunları görmek istemezler. Onların gözünde hep en üstün olan kişi, kendileridir. Bu nedenle başkalarının sahip olduğu güzelliği, zekayı, malı, mülkü, serveti, mutluluğu, güzellikleri kıskanırlar. Karşı tarafın sahip olduğu güzellikleri fark etmiş olsalar bile ifade etmekten özellikle kaçınırlar. Eğer bulundukları ortamda kendilerinden daha iyi özelliklere sahip bir kişi varsa, hemen oradan uzaklaşmak isterler. Kıskançlıklarından dolayı diğer insanlarla sürekli bir geçimsizlik ve anlaşmazlık içindedirler. Böyle davranışlar sergileyen insanlar kendilerine duyulan sevgiyi ellerinden kaçırmakta ve gerçek sevgiyi hayatları boyunca hiçbir şekilde yaşayamamaktadırlar.Çıkar ilişkileri nedeniyle yanlarında birtakım insanlar bulunabilir. Çoğunluk ise, böyle insanları aralarına almak dahi istemez. Onların karakterlerinde ve havalarında bir iticilik hakimdir. Elbette sevecenlik, yakınlık, samimiyet ve tevazu olmayınca, sahip olduğu imkanlar ne olursa olsun, herkesin bu kişilerden kaçması doğaldır. Kaçmalıdır. Kaçın bu pisliklerden
J

Çok uzun yazdım değil mi? Ama bitti. Okuduğunuz için teşekkürler.