Müziksiz Olmaz

11 Temmuz 2014 Cuma

AŞK Üç Harfli En Ağır Duygu

Aşk...
Sizce aşk nedir sevgili iki okurum?
Bence aşk; sadece size ait olan ve kendi içinizde hissettiklerinizin tarifi neyse o dur.

Hemen bir hatırlatma yapmak istiyorum. Her ne kadar ekmeğini Psikoloji biliminden kazanan biri olsam da burada yazdıklarım zaman zaman bilimsel veriler içeriyor olsa da unutulmaması gereken şey şu; yazdığım yazılar kesinlikle bilimsel bir iddia niteliğinde değildir ve Psikolojiyi temsil etmem mümkün değildir. Bu bilimi öğrenirken elde ettiğim veriler, burada paylaştıklarımdan kat kat daha değerlidir.

Herkes aşk için farklı tariflerde bulunabilir. O duygusal yoğunluk kişiden kişiye değişiklikler gösterebilir. Aşkın tanımı bilimlere göre de değişiklik gösterir. Sosyal Antropologlar aşkı cinsel tutku olarak tanımlar, psikoloji hem duygusal hem nörotik yaratıcılıktır der, filozoflara göre bu tanım erkekte farklı kadında farklı olmakla beraber total olarak iyiliğin, kötülüğün, güzelliğin ve çirkinliğin temel kaynağını oluşturan duygudur.

Hangi bilime inanayım, neresinden tutayım, ulan ben kime göre aşığım diye kendini sorgulamaman için bende derim ki; O'na aşık olana dek aslında hiç aşk yaşamadığınız farketmenizi sağlayan kişinin sizde yarattığı şeye aşk denir.
Sosyoloji, psikoloji, psikiatri, edebiyat, felsefe ne derse desin. Siktiredin derim. Aşkın en iyi tarifi insanın hissettiğidir.



Aşık olmanın bir evresi yoktur. Kaldı ki şu ana kadar saydığım bilimlerin elde ettiği kesin veriler olmadığı için farklı coğrafya, farklı kültür, farklı inanç, farklı toplum ve aile kavramlarına sahip iki insanın birbirine aşık olması karşısında sıçmaktadırlar. Kimyasal olarak belirli evreler tanımlanmıştır ama sevgilinizle 3 ayda bir kan tahlili yaptırmak zorunda değilsiniz.
Açıklanabilir tarafı bilinçaltı veya beyin olamaz. Çünkü Rize'li Şenay kardeşim (kulakları çınlasın) nasıl bir çocukluk geçirmiş olabilir ki Güney Afrikalı J. Peter'e aşık olsun? Yani çocukluğundan süre gelen ideal eş dürtüsü desen gülmekten altıma işerim. Anneannesiyle çay yaprağı toplarken ne oldu ki bilinçaltına Afrikalı birini yerleştirdi lan saçmalama diyor bilim.

Aşk karşılıklı (veya karşılıksız) bir etkileşimdir ve son yıllarda yapılan araştırmalara göre günümüz toplum evliliklerinde görüldüğü üzere ilk etkileşim büyük önem taşımaktadır. Hani şu arkadaşla ilk buluşmayı anlatırken kızlarımızın "Yha çok hoş çocok çok totlo omo yhhaa" dediği, erkeklerimizin "manita taş lan taş, akıllı uslu bi tipe benziyo verirse vururuz, vermezse bakarız, evlenilecek tip" diye algıladığı bir ilk intiba var... İşte bu ilk etkinin adını hoşlanma koyarız hani... hah işte o ilk kıvılcımın çıkardığı ateşi ilerleyen dönemlerde boka batırmadan yangınlara ulaşması aşktır. Yani harbiden de ilk anda bireyin üzerindeki beğeninin, önce ilgiye, ilgiyle keşfetmeye, keşfedileni sevmeye ve bağlanmaya giden yolun başlangıcı olması önemlidir.
Bunu kim mi diyor? Ben diyorum. Araştırma sadece yeni evli çiftlerde ilk etkinin önemli olduğunu yansıtıyor. Gerisi benim bir adama aşık olmamla ilgili. Yazdık yukarı bilimsel iddia taşımıyoruz diye. Alla allaaa..


Diyorsan ki e hani aşk kimya işiydi falan.. eyvallah.
İlk beğeni dediğimiz etkileşim zaten vücuttaki kimyasalları devreye sokuyor. Beğenilen insan düşünüldüğünde fenilatilamin, dopamin, norepinefrin denen kimyasallar beynimizi uyarıya geçiriyor. Hatta Nöroloji der ki; Fenilatilamin = Aşk molekülü.
İlk görüşte aşk denen safsatanın sorumlusu işte bu ibne. Sonra sonra görsel uyarılarda seni seviştirmek içinde bu hormon başrolde. Yüzünde ki o şapşik gülücük, heyecan, o herifin yada kadının cazip kılan hep bu fenilatilamin. İşin en boksal tarafı ne biliyor musun? Bu fenilatilamin denen illet kimyasalımız ilk aşkın unutulmasına engel olandır.
İlk cinsel deneyimini aşık olduğun biriyle yaşıyorsan tam sıçtın. Ölene kadar unutamamanın sebebi resmen bu kimyasalın hasar düzeyinde salgılanması yüzündendir. Yani ilk aşklardan ziyade bu kimyasalı önemli kılan şey sadece ve sadece bir kez aşırı düzeyde salgılanmasıdır. Sonraki aşklarda asla ve asla o kişiyle yaşanan etkileşimlerde salgılandığı seviyelere ulaşamayacağı için genelde de ilk aşta bu durum cereyan ettiği için salgılanmasıyla birlikte hayatımıza unutulmaz insanı kazıdık demektir. Ne yaparsak yapalım... onları unutamayız. Ayrıca bütün odağımızın aşık olduğumuz insana kayması gibi sıkıntılı bir özelliği daha var bu hormonun. Ama odakla ilgili Dopamin salgısınında rolü büyük.
Dopamin çok komik lan. Bütün canlılarda var bu ve hemen hemen bütün canlıların kur yapma, karşı tarafı etkilemek için güdümsel davranışlara itme durumlarının sebebi bu. Hani sen adamı baştan aşağı süzerken seksi bir bakış fırlatıyorsun, nereni beğeniyorsan oranla saldırıyorsun, makyaj yapmak istiyorsun, erkekler kadınlara havalı tavırlar takınırken seksi görünme çabasına giriyor türlü türlü kur yapma hallerine bürünüyorsun falan ya :)) işte güvercinlerde çiftleşme dansı yapıyor aynı bu hormon yüzünden.

Hoşlandığın insanı etkilemeye çalışırken bu aklına gelsin :)))) Kendini hayvansı bir güdü içinde hissetmen sencede komik olmayacak mı artık? Ben aşık olduğum adamı tavlamaya çalışırken aklıma tavuskuşu geliyor :))

Norepinefrin ise kalp atışlarından sorumludur.
İşte bu üç kimyasal aşkın ilk fazını oluşturur. (Zürafalar dahil)
Salınımı bilimsel olarak 6 ay ve 3 yıl yoğunluğunu korur. Sonra giderek azalır. Eğer bu üç kimyasal salgılanırken her şey güllük gülistanlık gidiyorsa Endorfin dediğimiz kimyasallar devreye girer.

Bu aşkın ikinci fazıdır. Burada karşı cinsin bizde bıraktığı etki, aşık olduğumuz kişinin bize olan aşkı önemli rol oynar. Samimiyet hissi, sıcaklık, bağlanmak gibi hislerin kontrolü bu hormonlardadır. İlişkinin sükuneti tamamen endorfinlere bağlıdır. Heyecanı yitirirsin ama endorfin salgılaması başlamışsa bağlılığını kuvvetlendireceksin demektir.
Özellikle gebeliklerde kadınların oksitonin salgısının artmasıyla aşk doğasının kimyasal yapısı biraz daha çözülebilir hale geldi. Hamilelikte cinsel arzuların artmasına sebep olan hormon oksitonindir ve eşin sıcacık bir davranış takınması bile hamile kadının kocasını arzulamasına sebep olabilir. Dokunuş, kucaklaşma, göz teması hamile kadınların eşlerini (diğer erkekleri değil) arzulamasını tetikler. Stres sadece hamilelerde değil, kadın ve erkekte oksitonin salgısını engelleyen faktördür. Seks düşmanıdır. Daha doğrusu düzenli seks düşmanıdır. Erkeklere oranla stresin bu kimyasalı bloke etmesi kadınlarda % 80 lere varan oranlarda görülür. Vermicem vermicem benim değil mi vermicem işte bu oksitoninin stres yüzünden bloke edilmesi sebebiyledir.

Feromon salgısına geçiyorum. Yani üçüncü faz.
Aşkı ölene kadar yaşamanıza vesile olan üçüncü faz. Bilim kesin verilere dayanarak bir kanıt sunabilmiş değil ama bu kimyasalın kanında yüksek oranda bulunduğu bireyler eşlerini gözleri kapalıyken kokularından bulabilecek kadar tanıyabiliyorlar. Androstenol ve androstenon salgılarıda benimseme ve bağımlılık seviyesinde tutkuyu koruyan kimyasallardan.
Bence aşkın ve dolayısıyla üçüncü evrenin en romantik kimaysalı feromondur abi.
İngiliz Michel Odent'te "Aşkın Doğası" kitabında bunu söyler. Eşini 100 kişi arasında teninin kokusundan bulabilirsin ve bu kokuyu anneler-babalar bilmez. Sadece eşler (aşık olan kişiler) bilir. Üstelik taraflar bu kokuyu duyduklarında farkında olmadan kendilerini güvende hissedip sakinleşebilecek kadar kimyasal etki kurabilirler. Napolyon ve Josephin mektuplarını okuyorum bir kaç gündür.
Napolyon bir mektubunda Feromonun etkisiyle olsa gerek Josephin'e şöyle yazıyor;
"3 gün sonra yanındayım. Lütfen bu mektup eline geçtiği andan itibaren ben sana sarılana kadar yıkanma."
Hatta bilindik parfüm markaları, ar-ge laboratuvarlarında sadece güzel koku yapmak çabasında olmadıklarını, aşk bağımlılığı yaratan kimyasalı salgılatmayı hedeflediklerini söylerler.
Bir araştırma okumuştum ve çok hoşuma gitmişti.
Beş kadın, 840 erkek. Beş kadının eşleri bu 840 erkeğin içinde. Bir tiyatro salonu. Salonun havası bir hafta boyunca izole edilmiş ve oksijenle bütün kokular arındırılmış. 840 erkek koltuklara gelişi güzel oturuyorlar ve bir saat boyunca ortamın sıcaklığı arttırılıyor. Adamlar terliyorlar ve bir saat sonra salondan ayrılıyorlar. Bu beş kadın adamlar tamamen salondan ayrılınca salona giriyorlar. Dört tanesi kocasının oturduğu koltuğa oturuyor. Koltuğu tutturamayan diğer kadının kan değerlerinde Feromon düşük seviyede çıkıyor. Müthiş süper lan :) (ama yinede bu koku-bağlılık ilişkisi feromon sebebiyle oluyor denecek kanıtlara ulaşılamadı)

İnsanların ölene kadar birbirlerine bağlanmasını sağlayan bu ilk iki fazı sorunsuzca atlatan eşlerdir.



Aşklar kişiden kişiye değişir. Coşkulu aşk, neşeli aşk, vazgeçilmez aşk, tek bir renk olarak bilinir. Yoğun ve takıntılı aşk vardır ve ayrı bir renktir. Şüpheci aşk, kendine aşk duyan aşk (bu ne saçmalık deme be hemen, sen sevildikçe kendini seversin işte var böyle egoist insanlar) tipinde aşk vardır. Kuralcı ve çekingen aşklar vardır.
Yani aşk, türleriyle kişiden kişiye değişiklikler gösterir. Aşkın ömrü de o içine tükürdüğüm salgıların azalmasına sebep olan, insanı rahatlatan kimyasalların düzeyine bağlıdır. Üçüncü fazdan sonra asla aşk bitmez. Aşk biter de! duygulara bağlılık bitmez.

Aşk için ruhsal bir hastalık diyebiliriz.
Bir anlamda evet! Ama bu, aşk yaşamayın anlamına da gelmiyor. Sevin aşık olun.
Psikolog Helen Fisher’e göre aşk bir ‘takıntılı olma’ hali. Olayın temel ekseninde bu var.
Kontrol edilmesi veya önüne geçilmesi çok zor. Bazı psikiyatristler aşk halini obsesif kompulsif bozukluk(OKB) ve gerçeği değerlendirmenin bozulduğu kısmi psikotik süreç olarakta açıklayabiliyorlar. İtalya Pisa Üniversitesi’nden Psikiyatrist Donatella Marazziti işi gücü bırakmış ben buraya yazayım diye araştırmış. Marazziti, ruhsal dengeyi sağlayan serotonin hormonunun kandaki miktarını incelemiş. Psikiyatristin vardığı sonuca göre aşık olanlarda serotonin miktarı normal değerin yüzde 40 altında. Zaten dengede olmayan ruh hali, bir de sevdiğinden yoksun kalırsan, iyice altüst oluyor. 
Depresyon, korku ve anksiyete ortaya çıkıyor.



Sosyal antropologlar aşkı cinsel tutku olarak tarif ederken seksle ilişkilendirmediklerinin altını çizerler. Tabular, yetiştirilme ve ergenlik süreçlerinde aile etkisi gibi etkenlerle aşk ve seks arasında bir ilişkisizlik olabiliyor.  Seks, aşkın tek temeli değildir ama aşkta mutluluğun temellerinden biridir. Sonuçta kadının erkekten, erkeğin kadından haz almasının garantisi sekstir.
Aşkla yapılan seks ziyafet gibidir. (Psk.Prof.Dr. Mehmet Sungur diyo bende katılıyorum)

Elbette şurada yazdıklarımla normal hayatta tecrübe ettiğimiz şeyler basit şeyler değil. Karmaşık ve bir çok faktörün etkileşiminden doğar aşk. Araştırmalar götten sallama değil sonuçta hepsi gerçek. Ki kaynakları yazacağım aşağıda. Şu da bilinmeli ki; Yapılan yüzbinlerce araştırmayı şurada yazdığım kadar basite indirgenmemeli. Öyle kıçımın köşe yazarlarına ilişki doktorluğu yapıp eşten dosttan "kanka şöyle oldu ne etsek, ne yapsak, benimle ilgilenmiyor şuna nasıl ders vereyim, karı bana vermiyor olum napiim lan" gibi edepsizliklerde siz yapmayın lütfen.
Evinizin zemin etüdüne önem vermiyorsanız duygu ve salgılarınızın etüdüne önem verin. Evinizin etüdünü yaptırıp o zeminin üstünde yaşayan imparatorlukları merak etmiyorsanız, aşkın tarihini merak edin. İnsanların geçmişte boşanmadan (eşinden boşanmış bir kadınım) evliliklerini nasıl ayakta tuttuklarını düşünün.
Aşkın, evliliğin ağzına sıçtık toplum olarak.
Yapmayın.
Aşk insan duygularında yaşanan en ağır duygudur. Daha önce hiç tanımadığımız bir insana aşık olup terkedildiğimizde anamız babamız ölmüş gibi yıkılmamızın sebebi o ağırlık, o yoğunluktur.
Önünüze geleni sevmeyin, önünüze gelene aşık olmayın, hevesle paylaşmayın. Bırakın kendinizi hormon ve kimyasallarınıza. Vücudunuz birbirinizin kokusuna aşık olacağınız insanı bulacak. Kendinize değil, kimyanıza güvenin.



Kaynaklar
Djikic, M., & Oathley, K. (2004). Love and personal relationships: Navigating on the border between the ideal and the real. Journal for the Theory of Social Behavior 34(2), 199-209.
Hendrick, C., & Hendrick, S.S. (1989). A theory and method of love. Journal of Personality and Social Psychology 59, 270–280.
Lewandowski Jr., G.W. (2004). Distinguishing arousal from novelty and challange in initial romantic attraction between strangers. Social Behavior and Personality 32(4), 361-372.
Livermore, B. (1993). The Lessons of Love. Psychology Today, Mar/Apr 93.
Sangrador, J.L., & Yela, C. (2000). What is beatufil is loved: Attractiveness in love relationships in a representative sample. Social Behavior and Personality 28(3), 207- 218