Müziksiz Olmaz

8 Temmuz 2014 Salı

Sosyal Medya, Türk İnsanı ve Sosyalleşememek

Önce itiraf; Twitter, TUMBLR, Pinterest,  Google Plus ve bu blogun kullanıcısı olarak sosyal medyanın içinde yer alan bireyim. Ticaret amaçlı sosyal hesaplar kullanmıyorum. 2012 yılına kadar bütün sosyal platformlarda yer alan biriydim. Özellikle mobilleşmeyi başaran internet teknolojisi telefonumu elimden düşürmez hale getirdiğinde Whatsap, İnstagram gibi mobil uygulamalardan çekilerek normal yaşama dönmeyi bir nebze olsun başardım. Ben bir sosyal medya bağımlısıydım.

Çünkü sosyal medya içimizdeki dedikodu, gözlemleme, izleme gibi saplantıya varabilecek davranışları gün yüzüne çıkarmaya başladı. Doğru amaçla kullanıldığında internet ve sosyal medyanın birbirinden faydalı platformlarla insanlara sosyalleşme, bilgi edinme, haber yayma, reklamı doğru kişilere ulaştırma, hobiler hakkında ilgili kişilere ulaşma, sanat ve akımların takipçilerini bir araya getirmek gibi başlıca kazançlar sağladığı söylenebilir. Fakat şu gerçeğin altını çizmekte fayda görüyorum ki biz Türk toplumunun bireyleriyiz.
Yani gelenekçiyiz. Çocuklarımızı kendi üretimimiz sanarak yaşıyoruz. Onların başlı başına birey olduğunu unutup hatalarını kendi hatamız, başarılarını kendi başarılarımız gibi nitelendiriyoruz. Tercihleri, inançları, yaşam tarzları, kararları bizimkiyle aynı olsun istiyoruz. Dehşet bir özgüven eksikliğiyle gelişiyor çocuklar. Çocuklarımız, bizim çocukluğumuz gibi (25-30 yaş arası) özgüveni olmayan bireyler olup çıkıyorlar.
Özgüven geliştiremeyen bireyler, kendi hayatları ile ilgili kararlar almakta zorlanıp, çoğu zaman yanlış adımlar atarlar. Bastırılmış güdüleri olur, korkuları ve kararsızlıkları doğruları görmelerini engelleyecek düzeyde olabilir. Kayıp nesil ve nesillerin sebebi maalesef budur.

"Gelenekçi Türk Toplum yapısının güzel tarafları yok mu lan artizz?" diye soracak olursanız, elbette derim ki "var be, bekle azıcık."
Ben buraya gelenekçiliğin faydalarını yazarım sende oku ve bak bakalım gelenekçi dediğimiz yapının en güzel yanlarına ne kadar sahip çıkabilen bir toplum olmuşuz.

  • Güçlü aile bağları vardır. (Boşanma ve aile içinde işlenen karı-koca, kardeşler vs cinayet oranlarında ki artışa dikkatini çekerim)
  • Dayanışma (Aile içinde kuvvetlilik gösteriyor, toplumsal olarak paramparçayız)
  • Paylaşmak
  • Yardımlaşmak
  • Aile ve yakın çevre ile yakın ilişkiler kurmak. (Kuzenlerinin diğer kuzenlerini tanıyor musun? Komuşularınla bırak yakın ilişkiler kurmayı, selamlaşıyor musun? Aynı asansöre bindiğin insanlara merhaba diyor musun?)
  • Savaşan ve yüzyıllarca göçmek zorunda kalarak aile, kan bağı, sülale gibi dayanışma kuvveti oluşturan bir toplum kavramına sahip olmak. (Çok eskide kaldı. 1980 öncesinde falan)
  • Duygusal ve coşkulu bir toplumuz (sadece bu kaldı ve bu da kutuplaşma içinde)
  • Kuvvetli kitlesel etkileşim. (2013 yılında bunu sosyal medya üzerinden gösterdik. Facebook ve Twitter içine gömülme sebebimiz.)
  • Sevdiğimiz şeylere tutkuyla bağlanabilme özelliğimiz. (En sevdiğim. Şükür hâlâ öyleyiz)
  • İnanç bütünlüğümüzün olması (Ha ha haa gülerim)

Yukarıda saydığım kavramların hangisine sahibiz? Bu kavramların düşmanı olarak sosyal medya akımının üzerimizde ki etkisini gösterebilir miyiz?

İnternet ve mobil teknoloji son 10 yıldan günümüze, devrim niteliğinde adımlar attılar.
Dünya ile aynı anda her şeyden haberdar olmak, her hangi bir gelişmeye, toplumsal etkileşimlere anında yorum yapmak, fikirlerimiz doğrultusunda süzerek düşüncelerimizi paylaşmak gibi imkanlara sahip olduk. Kuşkusuz bu; aynı görüş, fikir ve duyguları aynı olan insanları bir araya getirebilmek için güzel bir imkan.

Şimdi şu videoyu izleyin lütfen.




"Duyulduğumuz ama görülmediğimiz, yazdığımız ama konuşmadığımız, dinlemeyip okuduğumuz göz teması kurmadığımız saatler geçiriyoruz. SESİNİ DUYURMA VE KENDİNİ TANIMLAMA İHTİYACINLA BAĞLANTINI KES."

Ne başarılı bir tespit bu böyle.
Sosyal medya kullanıcılarının önemli bir kısmı (% 62) ikincil bir kimlik edinimine başladı.
Bu kimliklerin, insanların amaçlarına, ilgilerine veya ikincil benliklerine göre türediği görülüyor. Sosyal medya psikolojik olarak ikinci benlikle kişi arasında bir geçiş köprüsü haline geldi. Özbenliğiyle söyleyemeyeceği, paylaşamayacağı, açıklayamayacağı şeyleri, edindiği kimlikle sanal ortamda ifade etmeye başladı. Gün içinde telefonunu iletişim yerine, benliğini doyurmak için paylaştığı fotoğraflara, yorumlara gelecek beğeni adına kullanmaya başladı. Cinsel istismarın geldiği noktaya inanmak bile istemiyorum. Nasıl göründüğünü kendisi bilmeyen insanların fotoğraflarına gelen beğeni cinsel amaçlı olmaya, bu amaç fotoğrafı paylaşan kişiyi mutlu etmeye başladı.
Bir meslektaşımın ikinci adıyla yazdığı bir blog okudum. Partnerlerinden birine yaptığı oral seksin midesini nasıl bulandırdığını yazmış. Bunu ancak bu platformda yapabilir. Doğruluğundan ve yaşanmışlığından emin olamayız. Yazmış ve 2 yıl içinde 144 bin kez okunmuş. 18 bin beğeni almış.
Ahlak çöküntüsü sınırları çoktan aşmış durumda. Her platformda tanımadığımız, kim olduğunu bilmediğimiz insanlarla iletişim halindeyiz. Google'da "porno" sözcüğünü %98 oranında aramalarda kullanan bir kitle ile aynı platformlardayız. Sosyal ağlar üzerinden suç işleyen % 34 lük kitlenin hedefiyiz.
Görgü kurallarını hiçe sayarcasına bize ait kalması gereken sofralarda, eğlencelerde, yerken, içerken fotoğraflarımızı paylaşmaktayız. İnsanlara bir şeyler gösterme çabasındayız. Mekan belirteçlerini kimler burada değil buradan kimi tavlarım diye kullanmaktayız.
Yakın zamanda bir arkadaşımla yemeğe çıktım ve masaya oturur oturmaz telefonunu çantasından çıkartıp Forsquare açmasıyla şu tepkisine şahit oldum.
"Hmm yakışıklı çocukmuş. Nerede oturuyor kız baksana? Ekleyeyim mi?"
Yer bildirimini aynı mekanda kimler var, güzel mi, yakışıklı mı, sosyal arkadaşlıktan arkadaşlığa oradan da yatağa giden sürece sürükleneyim mi? sorularına yanıtlamak için kullanır olmuşuz.

İnterneti ne amaçla kullandığımız Türk insanının google arama kelimelerinden az çok anlamak mümkün. İşte bu platformları kullanan kişilerin güvenilirliğinden ne kadar emin olabiliriz?
Ki bu en büyük sorun.


Kaldı ki Antalya'da bir öğretmen, 21 yaşında ki arkadaşımın fotoğraflarını kullanıp kendine bir platformda hesap açmış. O fotoğraflara nasıl ulaştığı konusunda bir fikrimiz yok. Ama kendisi Hatice, fotoğraflar Hülya'nın birbirinden güzel fotoğrafları. Ne hedefliyor, ne amaçla bunu yapıyor bilmiyorum.

Giderek asosyalleştiğimizin farkında mısınız?
Özellikle ergenlik döneminden yetişkin düzeye yeni ulaşmış jenerasyonun ruh durumunun ne hallerde olduğunun farkında mısınız?
Arkadaşlarla bir araya gelinen toplantılarda ilk yarım saatten sonra gerçek dünyadan, gerçek sosyal etkinlikten kopularak facebook, twitter, instagramın getirdiği sanal dünyaya hızla geçiş yapıldığının farkında mısınız?







Sadece bize ait değil, google arama verileri, sosyal medya kullanıcı verileri, etiketleme ölçümleri, toplumların bilinçaltı bilançoları çıkarılıp incelendiğinde ciddi psikolojik ve sosyal problemlerle karşı karşıya kalındığını gösteriyor.

Sanal dünyada yaşamın gerçek deneyimlerinden hızla kopartılan toplumların bireyleri fena halde boklu bir bataklığa doğru gidiyor.

Asosyal bir danışanım var. Kişilik bozuklukları ve ruh durumu ayrı yazıların konusu olacak. Kendisine "Günün kaç saatini internet veya sosyal medyada geçiriyorsun?" diye sorduğumda yanıt olarak "4-5 saat." dedi. Ki bu az bir süre değil.

21 gün boyunca her saat başı platformlarda ki hesaplarını baktım (mesleki gözetleme).

Sabah 09:00 akşam 22:00 - 23:00 saatleri arasında (ben uyuduktan sonra ilerleyen saatlere sarktığını biliyorum) sürekli paylaşım içerisinde. Sürekli online. Gerçek dünyada sesini duyurmaya çekindiği her şeyi twitter, facebook, instagram üzerinden çığlık çığlığa haykırıyor. Çünkü sanal, çünkü sahte, çünkü gerçek kitleye sesini ulaştıramıyor. Çünkü annesinin ve babasının sosyal medya hesapları yok.



Kullanıcı kimliklerinin önemi yok. Yalnızlaşıyor ve narsistleşiyoruz. Beğenilmeye, paylaşılmaya yönelik yaratmayı hedeflediğimiz etkinin kölesi olmuş durumdayız.Önemli olan kullanıcı kitlelerinin oluşturduğu veriler var. Geniş çaplı Psikolojik araştırmalar ve çalışmalar var. Dikkate değer olan çalışmaların bütününü oluşturan ve bilinen bütün sosyal medya kuruluşlarıyla birebir çalışan Kaliforniya Üniversitesinin Psikoloji ve Bilişim Departmanları 5 yılı geçen süre bu konuya eğildi. Elde ettikleri detaylı verilerin dünya üzerinde bütün ülkeleri kapsayan bir araştırma olduğunun bilinmesini isterim.
Buna göre Kaliforniya Eyalet Üniversitesi Geleneksel Psikoloji Birliği Konvansiyonu ve Facebook-Twitter-Google-Youtube ile yürüttüğü çalışamlar neticesinde Prof. Larry Rose'un sunduğu veriler şöyle;

  • Dünyada her üç kişiden ikisi herhangi bir sosyal medya ortamında bulunuyor.
  • Bu kitlenin % 82 si 18-25 yaş aralığında.
  • % 60 kullanıcı kendi listelerinde ki diğer kişisel hesapları günlük olarak kontrol ediyor
  • İlk aktif hale gelen hesaplarda eklenen kişilerin % 82 si gerçek hayattan. Daha sonra sosyal medyada aktif hale gelmekle birlikte eklenen kişilerin % 60' ı arkadaşların arkadaşı, % 29'u hiç tanınmayan kişiler. İlk eklenen % 82'lik grubun içinde % 11 iş arkadaşı.
  • 2010-2012 yılları arasında her beş dakikanın birini aktif olarak kullananlar % 20. Günümüze kadar gelinen süreçte ise % 35
  • Facebook'ta her bir dakikada 700 bine yakın durum güncellemesi, 535 bin civarında twit atılıyor.
  • 2010-2012 yılları arasında sadece Facebook ve İnstagram'da günde 250 milyona yakın fotoğraf paylaşılıyor. Günümüze kadar bu rakam 330 milyona yaklaşmış durumda.
  • Narsistik kişiliklerin ve özgüven eksikliği olan insanların sosyal medyada geçirdiği zaman süresi Günde 10 saati geçiyor.
  • Bu kişiliklerin diğer insanlara göre daha mutsuz oldukları görülüyor. Diğer insanların hayatlarının daha iyi olduğunu düşünüyorlar.
  • Facebook 1 milyara yakın kullanıcı barındırıyor. Bu 1 milyar kullanıcı içinde Türk kullanıcı hesaplarının sayısı 30 milyonla 7. sırada yer alıyoruz. Youtube gibi bir video paylaşım sitesinin 307 milyon üyesi var. Üyelik haricinde kullanıcıların rakamsal verisi yıllık 100 milyar civarında tık bırakıyor.
  • Haftada atılan twit sayısı 1 milyarı geçiyor.
  • Bu rakamlar içinde Türkiye Avrupa sınırlarında en aktif birinci, Asya'da ikinci sırada yer alan bir ülke.
Hazır araştırmalar demişken bir kaç bilgi daha paylaşmakta fayda var. 
York Üniversitesi 2008-2012 yılları arasında yaptığı araştırmalar için yukarıda ki verileri doğrularken,
Kadın kullanıcıların % 36 sının ünlülerin fotoğraflarıyla, geri kalanının ÇEKİCİ buldukları fotoğraflarıyla profil oluşturmaya yoğunlaştıklarına dikkat çekiyor. Erkeklerin ise, “About me”
(hakkımda) bölümlerini doldururken % 47 oranında abartılı bilgi eklemeye yoğunlaştığının gözlemlendiğini belirtiyor.

Hollandalı Psikolog Paul Kirschner, 
Eğitim sürecinde yaptığı 2009-2010 bir yıllık (aslında bir eğitim sezonu) Facebook kullanıcılarının not ortalamasının 5 üzerinden 3.06 olduğunu Facebook kullanmayanların ortalamasının 3.82 olduğunu tespit ettiğini belirtiyor.
Aynı araştırmacının Bir yıl içinde boşanan çiftlerin % 91'inin Facebook kullanıcısı olduğunu söylemesi dikkat çekici.





Sosyal medya dikiz ve dedikodu kültürünün tetikleyicisidir. Aldatma ve ihanet boyutlarını çok yüksek seviyelere çıkardı. İnsanlar başka bir birey gibi davranabiliyorlarken kimliksizleşme başladı. Verilmemesi gereken bilgiler kolayca paylaşılır hale geldi. İnternetten tanışma, tecavüz, cinayet, kavga haberlerinin her gün yer alması bile normal karşılanır oldu. Tedbirsizliğimiz çok daha büyük sıkıntılara yol açabilir. İnternet yasaları doğdu. Bunun neden geliştiğini sadece kötü niyetli insanlar olduğu için gerekli savıyla geçiştirir olduk ama bilişim suçlarından çok daha fazlasının yaşandığını görmezden geliyoruz. Popülarite gerçek arkadaşlıktan daha önemli bir hale geldi. Sayılar arttıkça kendi ismini kullanan fenomen sayısı yok denecek kadar azaldı. Kimliksiz bir popüler kültür oluşturup bununla övünür olduk. Daha çok görülme ve duyulma isteği doğdu. Ego tatmini için takipçilerin istediğini vermeye başlar olduk. Yüz yüze iletişim anlamını kaybetti. Uzak bir seyahat planımızda internetin çekip çekmemesi önemli bir tercih sebebi oldu. Hesaplarına 24 saatten fazla süre ulaşamayan insanların depresyona girdiği görülüyor.
 
Neyiz, kimiz, nelere bakıyoruz, neleri görüyoruz, neden yaşıyoruz bütün bu soruların cevabını TIKlar haldeyiz. Asansörde, özel yaşantımızda, göstermeyi istediğimiz her platformda bunu yapıyoruz.


Elinizdeki bilmem kaç GB'lık paketi iptal ettirebilir misiniz? Markanız haline gelen ve sizi bütünleyen Telefonunuzu sadece çantanızda, cebinizde tutmayı, haberleşme olanakları dışında amacına hizmet edecek şekilde kullanabilir misiniz?
Varlığımız ve duygularımız tamamen sanal alemde. Bir şeyler yapmalıyız.



Görmemiz gereken iki gerçek var; Teknoloji hızla ilerlerken içinde olmamak elbette mümkün değil. Ancak sınırlarımızı oluşturamazsak sağlıklı sosyal hatta gerçek yaşam sürmemizde mümkün değil.
Canlı ve gerçek iletişim her şeyimizdir. Sanal olan hiçbir şeyimiz olamaz. O dünyada yaşamaya devam edip etmemek senin elinde.

Sen bilirsin...
Sevgiler