Bir çeşit acı çekme seansı olarak adlandıracak bunu okuyan (varsa) ama ben buna seni sevme sanatı diyeceğim.
Bazı anıların ayrıntılarını hatırıma getirmekte zorlanıyor gibiyim. İtiraf ediyorum sen hayatımdan çekip gittikten sonra en büyük korkumdu bu. Gezdiğimiz yerleri, güldüğümüz anları, içtiğimiz içkilerin markasını, giydiğin Colarado t-shirt’ü hatırlayacağım da; düşüncelerini, kurduğun cümleleri yavaş yavaş unutuyor gibiyim. Keşke bu kadar boş ayrıntıyı atabilseydim içimden. Sesinden duvarlar örseydim kendime. Unutmazdım böylece. Ben seni düşündükçe zihnimin ufuklarında yol alırlardı. Bilemiyorum… Belkide unutmak iyi biridir?
Çünkü sen ne bu meyhaneye, ne de giydiğim sarı gömleğe bir daha dönüp bakmayacaksın. Onlar senin için unutman gereken fasa-fisolar olarak kaldı bende. Benim içinse o Colarado t-shirt üzerinden geçilmiş bir yol olarak kalacak. Artık kendimi üzerinde bulmak istemediğim bir yol. Yorucu ve zorlu bir yol…
Hepsi geride kaldı. Hepsi artık bir film karesi gibi, birinden duyulan bir hikaye gibi silik ve uzakta. Buna üzülmüyorum. Çünkü yakında olsaydı bu benim felaketim olurdu. Tutamazdım aldanmışlığımı, tutunamazdım. Ve bu ihanet çoğu zaman canımı yakardı. Anların en güzel özelliği belki buydu; onu tutamıyor olmak. Bu kağıdı tutabiliyorum, ama bunun bile üzerine şu anda bira dökmeyeceğime emin olamıyorum. İşte hayat. Boktan savunma mekanizmalarıyla dolu bir oluşum. Biramı, dökülmesin diye sımsıkı tutmam gibi gerçek ve anlamsız bir çaba. Bu sandalyeye kilitli yarım saattir oturuyor olmam gibi. İşe yaramayacak, yok olacak anlamsız-bir-çaba.
Sırılsıklam oldum, üşüdüm ve belki de yarın hastalanacağım. Ama hepsi bu masaya oturmak içindi ve bir şaka gibi ağzına kadar dolu bu meyhanede yalnızca bu masa boştu. Biliyorum, buna tutunmalıyım. Biliyorum, buna tutunmayacaksın.
Ama ''sevgi neydi? sevgi dostluktu, sevgi emekti.'' En azından tek başıma da olsam emek veriyorum bu anıların varlığına tutunmaya. Sımsıkı sarılıyorum. Çünkü bizi hayatta neyin beklediğini bilemeyiz. Belki de bu kapıdan içeri gireceksin. Bu ihtimal milyonda bir. Ama başka yerde bekleyeceğime burada beklerim? Zaten kalbimi ve varlığımı ben bu masaya anı olarak koydum. Burada başka adamlarla da oturdum. Birine aşık olmayı çok istedim. Hatırlayacaksın bak; şu an gerçekten Ted oldum ve Slutty Pumpkin'imi bekliyorum. Bu pathetic bir şey değil. Bununla gurur duyuyorum. Bu sandalyeye sarılmak yerine dışarda birileriyle görüşüp, başka kokularla tanışıp seni unutmaya çalışsaydım, asıl bu pathetic olurdu. Olmak istediğim yerdeyim. Seninle ya da sensiz. Mutlu hissediyorum. Küçücük bir ihtimale kocaman bir bekleyiş sığdırdım. Belki insanlar buna üzülürdü, ki arkadaşlarım mesela... ama bu durum beni mutlu ediyor. Kapıya bakıyorum ve aradığım şeyi bekliyorum, umutvarım, umutvarım, umutvarım. Olmak-istediğim-yerdeyim. Aklımın ve kalbimin beni getirdiği yer burası. Onlara kızıyorum çoğu zaman, sözümü hiç dinlemiyorlar. Onlar seni unutmak istedikleri zaman unutacaklar ve ben de o zamana kadar kalbimin kapısından sana bakacağım sadece anılarımızı anmak için. Evine asla gelemeyeceğim. Kapını asla ve asla çalamayacağım. Mesaj atamayacağım, fikrini soramayacağım. Çünkü sevgi emekti. Sen başka bir kadını sevdin. Bana bir türlü bir halt olmaya çabalamak gibisinden bir savaş kaldı. Kimseye bir daha aşık olamadığım bir savaş. Ve bu savaş yalnızca bana ait. Sen bu senaryoda yalnızca son'sun. Bir sürü iyi-kötü hatıranın sonu.
Umarım kızın iyidir. Karın, annen ve sevdiğin diğer herkes iyidir.. Bende iyiyim. Sevgiyle kal.