Eş dost çevremden Narsizm (doğrusu NARSİSİZM) üzerine yazdığım yazının çok okunduğunu öğrenmem, gaza gelerek bu yazıyı yazıyor olduğum gerçeğini sizden saklamama sebep değil. Hayatımı cehenneme çeviren insanlardan yola çıkarak kaleme aldığım ilk yazımın üzerine daha bilimsel bir yazı kaleme almam gerektiği söyleniyordu. Aslında o yazımda oldukça bilimsel açıklamalar içeriyordu ama kabul etmeliyim ki öfke doluydu.
Ehehehe tabi ki bu yazı da öfke dolu olacak.
Narsisizm bir kişilik bozukluğudur bu unutulmamalıdır. Narsisizm bir "kişilik"tir. Fakat bozuk bir kişiliktir.
Doğru olmayan adı NARSİZM, (ama arama motorlarında en çok aranan ve halk arasında en çok bilinen adı olduğu için bende ısrarla böyle yazmaktaydım). Doğru olan adı NARSİSTİK KİŞİLİK BOZKLUĞU dur ve ille de sonuna "izm" gelecek ise "NARSİSİZM" dir.
En kabul gören görüş tabi ki Freud'un "Libidonun egoya yönlenmesi" tanımıdır.
Bu arada önceki yazımda çok eleştiri aldım ve saygı duyarak kabul ettim. Çok hakaret içeren ve aşağılayıcı cümleler kullanmışım bu insanlar için. Mesleki olarak uygulamalarımda kesinlikle böyle bir şey söz konusu değil fakat eski kocam ve hayatımda arkadaş olarak bildiğim insanlar yüzünden yaşadıklarım, aşağılanmalarımın bir karşılığı bu yazılar. "Ulan bırakın bari yazayım" dedim. Ayrıca belirtmeliyim ki bu kuramın isim babası Freud kendi makalelerinde Narsisistik kadınlardan "Narsisistik Kişilik Bozukluğu olan a.cıklar" ve erkeklerden "Narsisistik Kişilik Bozukluğu olan s.kler" diye aşağılayıcı aşırı cinsiyetçi sıfatlarla söz eder. Ben gayet net bir şey ifade edeyim ki egostatik bozukluğu olan insanların gazabında çürüyen biri olarak bunların hepsinin amına koyim.
Çift terapilerinde adam veya kadın fark etmez; birinin narsisist bir yaklaşımını sezeyim direk diğer tarafı korumaya alıyorum. Net ve çok keskin bir çatışmada bile taraf tutuyorum. Tutarım ve tutacağım. Ta ki o narsisist götler durumlarını kabul edip bu durumun üstesinden gelmeye çaba gösterene kadar (Bu kabullenme çok çok çok nadir görülür.)
Narsisistik kişilik bozukluğu (NKB) olan insanlar hayatta karşımıza çıkacak en zor kişilerdir sevgili okuyucu. Çünkü NKB olduklarını bilmezler. Bunu, bu konularda uzman olan veya olmayan biri yüzlerine söylediğinde de kabul etmezler. Neden öfke duymayacakmışım ki?
Depresyonda olduklarını düşünüp psikologa baş vururlar. Psikolog kendilerine narsistik kişilik bozukluğu tanısı koyar ve bir daha terapiye gelmezler. Çünkü başkalarının ne düşündüğünün hiçbir önemi yoktur onlar için. Dünya ve üzerinde yaşayan her şey değersiz, sadece ve sadece kendileri değerlidir. Sonuç; "Psikolog bana narsistsin dedi gönderdi. Herkesi psikolog yaparsan böyle olur amk. Depresyondayım ben. Kendimi bilmiyor muyum?" olur.
Ulan orospu çocuğu biliyorsun da senin depresyon kaynağının Narsisizm olduğunu kabul etmiyorsun işte. Sorunun temel kaynağı bu, götlek. Sana doğru gelmeyen hiçbir şeyi kabul etmiyorsun. Çünkü götsün.
Narsisizmin temelinde kendini çok değerli, önemli görme kabulü yatıyor. Kendisini çok değerli gören kişi başkalarını da kendine göre daha değersiz görüyor.
Başkalarının neye, kime ve nasıl bir ihtiyaç duyduğu önemli değildir bu yavşaklar için.
Başka insanları hiç düşünmeden sadece kendilerinin beğeni ve arzularını düşünen insanlardan bahsediyoruz. Ki bu açık seçik hayvanlık değil mi?
Bu insanlar gerçek olmayan kudret, maddiyat ve başarı veya güzellik kavramları geliştirmişlerdir, yani bildiğin fantezi düzeyinde duygular taşıyabilen ve bununla yaşayan insanlardan bahsediyorum. İşte bu gerçek olmayan ego beslemeleri için senin hiçbir önceliğini tanımayan, tanımayacak olan insanlardır bu aşağılık varlıklar...
Üstelik o gerçek dışılığa seni kullanarak ulaşacaklarını sanan mahlukatlardır kendileri. (Eğer iyi bir çocuk olup iyi bir yetişkin birey olmuşsan bir gün NKB olan biri tarafından mutlaka kullanılabilirsin.)
Bu kişilik bozukluğuna sahip şahıs, çevresindeki insanların maneviyatından faydalanmak konusunda başarılı ve sınır tanımazdırlar. Haz adı verilen "geri ego" parçasının içselleşmesi mümkün olmadığı için yakın veya uzak ilişki kurduğu herkesin yüksek doz ilgisi ile oluşan bir beslemeleri vardır. Ankara'da son katıldığım söyleşide "Sosyal medyada kendisine ait fotoğraf, durum, aforizma, yer bildirimlerine beğeni bekleyen insanlar var (... hayvanlar işte). Örneğin; Hangi poz çok beğeni aldıysa O fotoğraf ömür boyu profil fotosu kalabilir." şeklinde bir cümle duydum. Çok doğru çünkü yeni çekilen fotoğraflarda da o çok beğeni alan fotoğrafa benzer pozlar verildiği gerçektir değil mi? Yeni fotoğraflarda ve nabız alınmak için paylaşılır, beğeni olarak yeni fotoğraf tutmadıysa eski fotoğrafa geri dönülür. Çağımızda bu hastalığın belirtilerine "beğeni kaygısı" da dahil olmuştur. Ankara'da söyleşimizde öğrencilerimden birinin şahane bir araştırma sonucuydu bu.
Facebook, instagram ve twitter gibi sosyal medya hesapları bu insanların oluşturduğu profillerle beğeni kaygısı belirtisinin gözle görülür hale geldiği gerçeği... ama asıl sorulması gereken sorular şunlar dedi Alp; "Bir manzara fotoğrafı çekip o güzelliğin sizde yarattığı olumlu etkiyi takipçilerinizle paylaşmıyorsanız, sol koluna yaptırdığınız dövmeyi, yeni aldığınız arabanın direksiyondan görünen markasını, pahalı restoranın adını etiketleyip yemek yediğiniz kalabalık masayı neden paylaşıyorsunuz? Neyi göstermeye çalışıyorsunuz? En önemlisi ise neden bunları göstermeye çalışıyorsunuz? Neden artık duygu ve bilgi değilde gösterme telaşıyla paylaşım yapıyorsunuz?" ben şahsen bu sorulardan etkilendim. Benim öğrencim olduğu içinde Alp'i ayakta alkışladım. Baktım sadece ben ayakta alkışlıyorum geri oturdum yerime. "Bu neyin egosu Tuğba?" dedim kendi kendime. Çünkü kendisi ile sosyal medya ve ego üzerine uzun uzun sohbet etmiştik. Söylediklerimden yola çıkarak bir yıl içinde vardığı nokta benim için çok mutluluk verici oldu. Kendisi bir sosyal medya fenomeni puşt. Ve paylaşımları çok ciddi oranda değişiklikler göstermeye başladı son bir yıldır. Popülarite kaygısından uzak ve takip eden insanları düşünceye sevk eden, hislerini okşayan, daha bir toplumsal ve faydalı gönderiler paylaşmaya özen gösterir oldu. Tabi ki onun araştırma konusunu kasten ve bilerek verdim. Sosyal Medya ve Egostatik Duygu Birleşimi.
Araştırmaya başladıktan sonra paylaşımlarında ciddi değişiklikler görmeye başladım. Ve bu oturumda harika bir metin seslendireceğini biliyordum. Çünkü bende harika bir eğitmenim :D
Ha bu arada bu söyleşide bir grup genç; kişisel gelişim kitaplarının bağıra bağıra insanlara nasıl egoist birer narsisist olun diye yazıldığını işledi ve reklamların etkisi, dayatması falan. Bunu yazacağım daha sonra.
Peki sadece ben merkezci insanlardan böyle davranışlar görmek mümkün mü? Hayır değil.
Bu narsisistik kişiler doyumsuzdurlar. Yaşadıkları ilişkilerde karşılarında ki insanların mutluluğundan ziyade kendilerine duyulan sevginin, ilginin, hayranlığın dozu önemlidir. Annesinin en sevdiği çocuğu olmak gerekir, kardeşinin daha çok sevildiğinden şikayet etse bile bu doğru değildir çünkü birisinin kendisinden daha çok sevilmesi mümkün değildir. Sevgilisi kendisine hayran olduğu için tatmin olmaktadır. Arkadaşının, sevgilisinin, kuzeninini, diğer aile bireylerinin ona ihtiyacı vardır. Başka kimseye değil, sadece ona. Bu duygu durumları doyumsuz ve giderek artan bir hal alır. Ve hayatın bir evresinde mutlaka değersizlik sendromu ile karşı karşıya bırakır bu insanları. Çünkü sergiledikleri bütün üstünlük davranışları derinlerdeki öz güvensizliği gizlemektedir.
Yaptıkları her şeyden memnun kalınmalıdır. Bunun için kişiliklerinden ödün verirler (farkında olmadan). Başka insanların fikir ve görüşlerini önemsemez görünürler, böyle olduğuna inanırlar ve bunun kişiliklerine olumlu bir yansıması olduğunu düşünürler. "Onların ne düşündüğünden bana ne" diyen bu bozuk kişiliklerin aslında en çok önem verdiği şey onların kendisi hakkında düşündüğü şeylerdir. Bu düşünceler olumlu yönde ise hayat güzeldir, ancak kendileri hakkında diğer insanların düşünceleri olumsuz yönde ise çanlar "depresyon" olarak çalmaya başlayacaktır. Çünkü hem "kimsenin ne düşündüğü umurumda değil." tavrını sergilemeli hemde nasıl olur da benim gibi muhteşem bir varlık onların gözünde böyle olumsuz düşüncelere yol açabilir savaşı ile mücadele edilmelidir. Sonuç depresyon ve değersizlik sendromu olarak kendilerine geri döner.
Bir narsisit yer yüzünün en değerli varlığıdır. Nasıl olurda kendisini değersiz hisseder?
Bu göt laleleri kendi olmayan bir kişiliğin balonsu imgelerle süslediği ve beslediği haz parçacıklı kişiliğin gölgesinde yaşamayı her şeyin önünde tutarlar. Onlardan mutlu eden bir eş, mutlu eden bir aile bireyi olmaz. Olsa olsa o insanları mutlu ediyordur. BİZ kavramı yoktur, BEN kavramı vardır. Bütün algı pencereleri BEN dedir. Ancak çıkarı ve beklentisi var ise BİZ olmayı becerirler. Becerirler diyorum çünkü mülemmel dost, mükemmel aşık olmayı çok başarılı bir şekilde oyanayabilirler.
Eğer dış dünyaya kendisini farklı bir kişilik olarak kabul ettirmeyi başarmış (marjinalim ben) bir insan oluşmuşsa eğlenceli arkadaş olabilir (Genellikle arkadaş ortamlarında çok eğlencelidirler). Fakat bu ilişki arkadaşlıkla sınırlı kalır çünkü gerçek dost olmak için ortak paylaşımların değeri adına çaba harcanmalıdır değil mi? Hayır!!! Bir narsisistin gerçek dostu, sevgilisi, eşi olmak için sadece o ağladığında ağlamalı, o güldüğünde gülen biri olmalısınız. Narsisist bir göt lalesine dost olmak bunu gerektirir.
NARSİSİZM bir dramdır.
İlgi açlığı çeken ama ilgiden memnun olmayan insan havası yaratmak, beğenilmekten öte hayranlık seviyesinde ilgi görmek ister. Her şeyin doğrusunu yapar. Doğru bildiği şey için herkes gibi mücadele eder ancak sen o doğrunun karşısına yanlıkşlıkla dikildiğinde, eşeğin götünde kendine bir yaşam alanı kurmak zorunda kalırsın.
Hiç ama hiçbir zaman mümkün değildir ama olur ya; yanlışlıkla bir doğrunun önünde bir narsisist dikildiğinde ise "tamam sende doğrusun ama bende doğruyum" cevabıyla karşılaşabilirsin.
Hatta bir adım ileriye gidip "tamam sende doğrusun ama benimki daha doğru." bile diyebilir.
Durum bir anda "bana ukalalık yapma, bilmişlik taslama amk." seviyesine bile varabilir.
Bakın; bu kişilerin duygusal ve fiziksel şiddet göstermeye herkesten çok eğilimi olduğu unutulmamalı. Gücünün yeteceğine inandığı herkesi ezmek, hor görmek, aşağılamak, şiddet göstermek yani korkutucu olduğuna inandığı ne varsa yapmak söz konusu olacaktır. Bu tür insanlarla ilişkilerinizde çok çok dikkatli olmalısınız. Öncelikle Narsisistik Kişilik Bozukluğu Olan Erkeklerin gerçeklik duvarına çarptıklarında aşırı öfkelenebildiklerini ve fiziksel şiddete meyilli olduklarını altını çizerek belirtmek isterim. "İstediğimi yaparım kimse karışamaz." "Bana ne abi hayat benim." gibi cümlelerin sıklıkla tekrarı ve ağızdan dökülürken yükselen agresif ses tonu artışı bu şiddetin başlangıcıdır.
Unutmayın merhamet, diğer insanlara önem vermek gibi ihtiyaçlar kapsama alanı dışındadır bu insanlarda. Benliklerini, dayanak noktalarını ve emniyet noktalarını kolayca kaybedebilirler.
Kadınlar daha çok kendi içine gömülüp sosyal bağlardan kopabilirler. Benlik duygusu daha çok görünüş, teşhir, gösteri ve stil estetiğine yönelir. Stil ve imgenin baştan çıkarıcı güçleri benliği tekrar tekrar tanımlar. Bastırılmış benlik veya anlamın derinliği yoktur artık bu kadında. Hakikatle yüzleşmek iktidarsızlığımızı da fark etmek demektir. Bu da narsisistik bir yaralanma yaratır. Kadın yakınlarının sevgisini ve sosyal dünyanın onayını yitirmemek için ruhsal acıya katlanır. Ama erkek öyle değildir. Erkek o acıyı sorumlu tuttuğu kişilerden çıkarmaya yönelebilir. Elbette bu nadiren de olsa kadınlarda da görülebilir.
Ya şimdi ben çok fazla psikoloji terimleri kullanmaya başladıysam kusuruma bakmayın olur mu la? Aklıma geldikçe yazıyorum an itibariyle. Samimiyet ve meslek arasında sıkışıp kaldım.
Ama şiddet konusu önemli. Başka insanlarla eşduyum gösteremeyen bu insanlar beğeni kaybı, ilgi azalması ile birlikte duygu kontrolünü kaybetmekteler. Bir kadın kocasının artık ilgi göstermemesi sebebiyle boşanma davası açıyor. Bu dünyanın başka bir yerinde bizim ülkemizdeki kadar çok değil. İlgi manyağı insanların oluşturduğu bir toplumuz biz ve yeni dönem istatistiklerine bakınca ergen psikolojisinde depresyona sebep olan olgunun kaynağı da bu ilgi görme saplantısı olduğu görülüyor.
15 yaşında bir kız çocuğu ailesinin ilgisinden mahrum olduğunu düşünüp depresyona giriyor ve bana bunu söylerken anne babayı fütursuzca suçlayabiliyor. Yani şunu demek istiyorum; zaten ilgi manyağı bir toplum olduk, genç nesil daha büyük bir hızla ilgi meraklısı hale geliyor.
Çok etkin ve kabul gören gerçeklerden biri şudur; insanların kabul edilir egoizm ve narsisizme sahip olması.
Bu hayatta kalmak ve mutlu bir yaşam sürmek için psikolojik bir gerçekliktir. Yani insan olarak makul ölçüde kendimizi beğenmeli ve bencil olmalıyız. Bu ölçüler taştığında ruhsal olarak kişilik bozuklukları ortaya çıkmakta ve insanlar iflah olmaz mutsuzluklar yaşamaktadır. Kişilik bozuklukları öz güven yitimi ile dramatik bir hal alır. Bu dramın psikolojide ki başrol hastalığı ise Narsisit Kişilik Bozukluğudur.
Freud, Masterson, Twenge ve binlercesi milyonlarca görüş ve fikir geliştirip kuramlar oluşturmuş ve kitaplar, yazılar, makaleler yazmışlar.
Şimdi buraya Borderline Kendilik Bozukluğu, ÖNİP, RORU, GNİP, WORU dan girip libidinal ve agresif birimler gibi terimlerle açıklama yapmak istemiyorum.
Sahip olunması gereken en önemli bilgi aslında Narsisizmin bebeklikte gelişen bir durum olduğu ve bu durumun; bebeğin zamanla dış dünya ile bağlantı kurması, nesneleri ve kuralları öğrenmesiyle birlikte libidonun "ego"dan "nesne"ye yönelimi (akışı, geçişi) olarak görülmesidir.
İşte Sigmund Freud bu nesneye yönelimin olmamasını, yani libidonun, egodan nesneye (dış dünya ya) yönelmeden kalması haline narsisizm demiştir. Yani dış dünyayı kabul etmeyen "ben" de kalan duygu durumu olarak ifade etmeyi seçmiştir. Bu görüş başta dikkate değer görülmemiş ama çok daha sonraları felsefi, sosyoloji ve psikiatri dallarında hemen hemen herkes tarafından kabul edilmiştir. Çünkü bu Freud'tur. Boru değildir.
Bu yüzden nasıl bir anne baba olursanız olun çocuğunuza mutlaka ve mutlaka empati kurgusunu aşılayın. Bunu evinizde sağlayın. Empati duygusu çocuğa henüz ilk diyalog kurulmaya başlandığı zamandan itibaren verilebilir. Bunu yapın arkadaş. Narsisizm doğuştan gelebilir. Ama empati kesinlikle sonradan öğretilir ve geliştirilebilir. Gelişim çağında anne babadan empati kurmayı öğrenen çocuk, iyi nitelikli bir yetişkin birey olacaktır. İnanın bana gerisi hiç önemli değildir. Çocuğunuz altına sıçsın ama empati kurmayı öğrensin. Çünkü empati yeteneği insanın her yaşında algılarını açık tutar. Algıları açık olmayan insanlar belirli bir eğitim seviyesinden geçmişlerse dahi bencil, cahil ve orospu çocuğu olacaktır. Bunu evlatmarlımıza yapmaya hiç hakkımız yok. Onlara empati duygusunu kazandırmak zorundayız. Ki bunu da uzun uzun yazacağım buraya.
Yine Freud ve Masterson ortak görüşüdür (ki çok değerlidir ve kesinlikle dünyanın kabulüdür);
Ego iki parçadır. Parçanın biri gerçeklik prensipleri üzerine faaliyet gösterir. Diğer bir deyişle gerçeklikmiş gibi görür ve üstesinden gelmeye çabalar. Diğeri ise gerçek olup olmadığına aldırmayarak iyi hissettiren neyse onu takip etmek adına haz prensibi ile hareket eder. Çocuğun egosu öncelikle haz ilkesi üzerine çalışır. Fakat Freud’un bize söylediği gibi haz ilkesi gerçeklikle çatışır ve gerçeklik ilkesine geriletir. Bu kişilerde ego yapılarının büyük bir kısmı haz ilkesine göre faaliyet gösterdiğinden bu dönüşüm sadece gerçekleşse bile "kısmen" meydana gelir. Borderline travmalarda bu durum "patolojik ego" olarak adlandırılır. Bu daha çok gerçekliğe dayalı ego sahibi kişiler için mümkün olmayacak derecedeki fantezi aracılığı ile borderline kişilerin memnuniyetini sağlar.
Bu durumun önüne geçebilecek tek doğru ve gerçek kuram şu ki; çocukluk döneminde ebeveynlerin aşılaması gereken EMPATİ kurgusudur.
Çünkü yaşam alışkanlığı haline gelen Ben Merkezcilik illeti uzun bir tedavi sürecinde olumlu yanıtlar olarak geri dönebiliyor. Hatta Masterson bu konuyla ilgili olarak Narsisistik ve Kişilik Bozuklukları kitabında; Ne benim tarafımdan ne de diğer meslektaşlarım tarafından tatmin edici bir çözüm yolu olmadığı görüşü hakimdir. Gelecekte bu belirsizliği çözmek için kuramsal bir postulat geliştirmeyi umuyoruz." (sayfa 24) diyor.
Narsisistik kişilik bozukluğunun psikoterapi ve psikanalitik terapilerle tedavisinde, "sınır" yapılar olduğu gibi yüzleştirme tekniğinin uygulanmadığını, onun yerine "narsistik incinebilirlik yorumlama dediğimiz "aynalayarak yorumlama" tekniği ile çalışılması uygulanmaktadır. Kişinin gerçekliği değerlendirme konusundaki yetilerinin bozuk olması ve toptan inkâra yönelik bir savunma içerisinde bulunması nedeniyle bu kişilere önce inicinmenin ortaya çıkardığı duygulanımını aynalamak (bir nevi kendine göstermek), ardından da narsisistik incinmeyi yorumlayarak tedavi süreçlerinin ilerlemesi gerektiği en doğru tedavi yöntemi olmaktadır. Şayet narsisistik yapılardaki hastalara direk yüzleştirme uygulanırsa (ki maalesef kolaya kaçmak için yapıyoruz bazı bazı) ve kendi savunmaları onlara gösterilirse hastalar tedaviyi reddetmekte veya kısa sürede terk etmektedirler (genelde ikinci seans görmediğim bir yöntem olur bu).
Eğer bu yazıyı okuduğunda kendini bu Narsistik kişiliğe yakın buluyorsan tedavinin bir kısmını kendin gerçekleştirmeyi başardın demektir. Yani "ulan bende böyleyim" gibi bir cümle kurduysan sana tavsiyem; Hemen bir psikiatra gidip başvur, kendi içinde sana en çok zarar veren kişiden kurtul. Ve dünyayı bir pislikten daha kurtar.
Eğer çevrende böyle insanlarla yakın ilişki içerisindeysen ya o kişiye narsistik kişilik bozukluğu olduğunu kabul ettir. Ya da o ilişkiyi kes. O ilişkinin boyutu, şekli, şemali her ne ise; bu ilişkiye son ver. Çünkü bu insanlar menfaate önem veriyorlar. Seninle kurduğu ilişkinin temeli senden alacakları. Sadece kendi talepleri geçerli ve bunu sana dayatıyorlar. Farkında olmayabilirsin, çok kibar, elit, sosyal görünseler de bunlar hep sahte. Vitrinde çok güzel özellikler olsa da yakın temasta bulundukları kişileri acımasızca eziyorlar. Müdahale ve tenkit temel iletişim biçimi oluyor.
İkili ilişkilerinde en sık yaşadıkları sorunlar neler oluyor diye sorarsan; bu insanlarla karşılıklı doygunlukta ikili ilişki sürdürmek çok zor. Ya kölesi olup her isteğini yerine getirirsiniz ya da çareyi onu terk etmekte bulursunuz. Köle olmak kolay olmuyor çünkü psikolojik ve fiziksel şiddet hiç bitmiyor, talepler artarak devam ediyor. Eğer terk etme gücünüz varsa yine bedel ödemeye razı olmanız gerekiyor. Her şeye hazırlıklı olarak ve öncesinde planınızı yaparak terk etmeniz gerekiyor.
Devam Edecek