Müziksiz Olmaz

28 Mart 2016 Pazartesi

Ergin'e Bir Mektup Daha

Mektubun için minnettarım Ergin. Teşekkürler,

Senden kalma bir alışkanlık olsa gerek; Bir yazıyı okumaya başlamadan önce ilk olarak başlangıç cümlelerini ve son paragrafın son cümlesini okurum. Eğer etkileyici bir giriş ve vurucu bir sonuç varsa okumak için heyecan duyarım. Senin cümlelerinde tuhaf bir şeyler var. Ani bir gök gürlemesi gibi başlayıp, yağmurun dinmeden hemen önce son damlalarının toprağa temas edişi gibi usulca bitiyor. Bu bende başka yazılarda hissetmediğim bir sakinlik ve aynı zamanda merak uyandırıyor. Mektuplarında da böyle oluyor. Hiç düşünmediğim veya tahmin etmediğim bir şeyler okuyacağımı içten içe hissederek devam ediyorum. Satırların arasında aşağıya doğru indikçe beklenmedik bir tokat yiyebileceğimi ama neden sonra süslü bir hediye paketini kucaklayacağımı da seziyorum. Keza hep bu başıma geliyor. Yine de her şeye hazırlıklıyım. Her şeye...
Çünkü bir kadın tarafından ona şiir yazman için terk edilmeyen bir adamsın sen. Korkak bir pislik olduğu için terk etmişti seni. Bunu kabul etmediğini söylesen de yakınındaki bütün kadınların değişimlerini görebildiğin kadar farkındasın.

İnsan gerçekten her şeye hazırlıklı olabilir mi Ergin? Ben bu konuda kendimle çelişiyorum.
Mesela bazı planların planladığın gibi gitmeyip biçimsiz bir hale büründüğünde ’buna kendimi hazırlamıştım’ diyebiliyor musun? Ben de kendimi kandırmak zorunda kalabiliyorum senin gibi. Zorda kaldığında uygulayabileceğin bir B planın hali hazırda mevcut mu? Yoksa olabildiğince mi yaşıyorsun hayatını?
Geçen gün tatsız geçen bir toplantıdan sonra arabalara, park yerlerine, trafiğe sinirlendiğimde ve o radyoda çıkan Caz müziğinden tınıların dahi beni sakinleştirememesine rağmen gaza var gücümle yüklenip öfkemi bir türlü atamayışım, iki sene sonunda ilk İngiliz Trafik Cezamı almış olmam ile son bulması, bir şekilde de olsa, olabildiği kadar yaşamak olmuyor işte bu hayatı.
İçindeki iyi veya kötü potansiyel enerjiyi bir biçimde dışarıya atma çabası sende çalışmadığı gibi bende de çalışmayabiliyor.
Hazırlık denilen şey ne ve nasıl oluyor ki başka? İşte bu gardım ve işte bunlar da aniden olabilecek şeyler, haydi kapışın bakalım.. Ne saçmalık değil mi?

Sen ne dersen de! Birbirimize benzeştiğimiz gerçeği değişmiyor bende.
Bütün bunları sana sorma sebebim bu yüzden. Benim göremediğim şeyleri senin görmen olası veya arzusu. Yıllardır ne kadar objektif olduğuna defalarca şahit oldum. Ama hayatımdaki her şey fazlasıyla karışık Ergin. Savunma şeklim değişmiş olabilir. Ben değişmedim.
Her yerde boşlukları dolduran bir jokere nasıl dönüştüğümü biliyorum. Birisi ne iş yaptığımı sorduğunda jokerim demek istiyorum. Elbette bilmiyorlar hayatımın her noktasında jokerlik yaptığımı. Yalnızca iş olarak veya para kazanmak için değil, hayatımı manevi anlamda sürdürebilmek için de joker olmam gerektiğini insanlara izah etmek zor oluyor. Hayatımdaki en büyük dönüm noktasından itibaren bugüne kadar geldiğim nokta bu oldu. Nereye koyarsan orada eksik kapattım! Sayısını dahi hatırlamadığım insanlarla çalıştım. İnsanların her türlüsüyle karşılaştım. Bazen bir kelime anlatabilmek için kibir budalası insanlar dil döktüm saatlerce. Onların egolarını tatmin edebilmek için büründüğümüz ezik imaj, tahammül edemeyeceğim kadar tiksinti vericiydi.
Bizleri hamamböceği gibi gören yaratıklar tanıdım. Parasıyla her şeyi satın alabileceğini sanan zavallılar ve üzerine basarak yükselmeye çalışan mesai arkadaşlarım...
Ayaklarım su toplayana kadar çalıştığım projeler oldu. Hepsi insanın ruhuna, psikolojisine hitap eden işlerdi. Ama benim insanlarım giderek bana hitap etmiyordu Ergin.
Senin gibi dostlarımdan kazık yedikçe tüm çevremden soğudum. Sürekli olan her şeyden sıkıldım. Aynı işleri yapmak zorunda olmaktan, aynı insanları görmekten, onlardan nefret etmekten ve istemediğim insanlarla çalışmak zorunda kalmaktan, bir şeyler üretemeyeceğim ortamlarda bulunmaktan bıktım.

Mutsuz olduğun bir hayat yaşadığını biliyorum. Ama alıştığını da..
Seni çok daha iyi yerlerde görmek istediğimi biliyorsun. Değiştiğimi düşünme, bu hep böyleydi. Şekilci olduğumu da düşünme sakın. Bir insanda fırtına gibi çalışan bir akıl varsa kendini heba etmemesi gerektiğine inanıyorum. Hayatın sürüklediği yerler çoğu zaman dilediğimiz gibi olmuyor. Bir dala tutunmak zorunda olduğumuz için mutlu olmadığımız hayatta, tükenip gittiğimizin farkındayım. Keşke böyle olmasaydı diyeceğim fakat biliyorum ki şimdi bize kaybolan yıllarımızı verseler, hiç düşünmeden yine harcardık onları.

’Bilgi tek başına olgunlaşmak için iyi midir?’ diye sormuştun bana.
Elbette tek başına hiçbir yere varamazsın. Tecrübelerin de buna dahil. Tüm hayatın boyunca biriktirdiklerin ne işe yarar? Tecrübelerini dahi geliştirmek ve uygulamak için bazı yerlere, şeylere, birilerine ihtiyaç duyarsın. İnsanların hepsi birbirine muhtaç aslında. Kalın bir zincir gibi düşün. Hepimiz o halkaların birer parçası değil miyiz? Tek bir halka kendi başına hiçbir işe yaramazken, bütünün içine dahil olduğunda vasıf sahibi olmuyor mu?

Kitap konusunu açmışsın yine. Bu konuya neden bu kadar aklının takıldığını anlamıyorum. Ben kitap hususunda hiçbir zaman pişmanlık yaşamadım. Çünkü sonsuzluk istedim. Benim için amacına ulaşmış bir -başarı veya başarısızlık olarak adlandıramayacağım- deneyim oldu. Sonsuzluğu hissetmek istiyordum, o da bunu sağladı zaten. O an ne zaman, ne imkan vardı. Kendi çabalarımla olanı ortaya çıkardım biliyorsun. Bu arada ceket sana yakışmıyor, seni bir kalıbın içinde düşünmek istemiyorum da zaten. Senin ruhun resmiyeti kaldırabilecek kadar ciddi sayılmaz hem. Gömleğin de güzeldi, yakışıyor sana, kabul ediyorum. Keşke onu sana alan kadın ile ilgili cümle kurmasaydın.

Sana bunları o çok bahsettiğin kendime ait odamdan yazıyorum. Odanın içinde bir kanepe, bir yatak ve sallanan sandalye var. Ben sürekli olarak oradan oraya geçiyor ve bir türlü nerede rahat ettiğimi anlayamıyorum. Eskiden somyalarımız vardı bizim. Hepimizin yatağı, boyu bir buçuk metreyi geçmeyen somyalardan yapmaydı. Üzerinde içi koyun yünüyle doldurulmuş, aynı zamanda yer yatağı olarak da kullanılabilen yataklar vardı. Ninemin diktiği mitil yorganları örterdik üzerimize. Evimiz sobalıydı ve sadece salonda soba yanardı. Yattığımız odalar bu yüzden soğuk olurdu. Yorganı başıma kadar çekip, yatağın içini nefesimle ısıtmaya çalışırdım. Ev sahibimiz biz taşınmadan önce panjur yaptırmıştı evine. Söylediğine göre ustalar panjurları ters takmışlardı. Aşağıya bakması gerekirken bizim panjurlar yukarıya bakıyordu. Böylelikle somyaya yattığında gökyüzünü görebiliyordum. Yıldızları ve bazı geceler ayı bile izleyebiliyordum. Somyalar, sofalar gibi çocukluğuma açılıyordu, panjurlar gökyüzüne...

Çocukluğumda her şey çok güzel görünüyordu gözüme. Şişe gazozlar, mahallede oynanan oyunlar, nisanda yağan yağmurlar, arabesk müzikler, çekirdek çitlemeler.. Şimdi bu varoş kentte yağmuru dahi romantik bulmuyor insanlar. Nesini romantik bulsunlar ki! Ne zaman yağmur yağsa logarlar yetersiz kalıyor ve caddedeki logar kapaklarından lağımlar taşıyor. Sonra hızla geçen bir araba lağımla karışmış yağmur suyunu üzerine boca ediyor. Durakta beklerken öğrenmiştim bunu. İnsanlar yağmura dahi kahrediyordu. Bense çocukluğumda sırılsıklam olana kadar beklediğim yağmurları özlüyordum aslında. Su olarak başlayan hayat yolculuğumuzun, toprak olarak nihayete ermesi ne muhteşem şey. Biliyor musun, varoşlar metal yığınına dönüşürmüş zamanla. Sabah beşte yola koyulanlar da robota dönüşürmüş. Bu onların gizli sırrı galiba. Süper güçleri olan insanların yaşadığı bir mahallede yaşıyorum diye düşünürdüm.
Düşünsene insan ne tuhaf canlı öyle değil mi? Dönüşebilen her şeye inanıyorum. Sabah robota dönüşüp işe giden kadınlara, akşam eve gelip, anneye, aşçıya, temizlikçiye, kadına veya erkeğe dönüşüp ayakları üzerinde duran tüm insanlara gıpta ediyorum. Bir refleks anı gibi bir şey olmalı dönüşmek. Ve biz insanlar bunu öyle güzel bir ustalıkla başarıyoruz ki. Değiş tonton ve hop hepimiz saniyesinde Külkedisi’nden Sindirella’ya, Keloğlan’dan Robin Hood’a geçiş yapabiliyoruz.
Değişmedim ama ben Ergin. Hayat değişti...

’Hitap önemlidir!’ demişti bir büyüğüm.
Fakat mesleğim "önce kime hitap edeceğini bilmelisin." der. Ziyaretine geldiğin kız için ’bayan’ diye bahsetmiyor oluşuma çok fazla takılma. Her gördüğün bayan kız değil ve her gördüğün kız bayan değil. Daha ilk görüşmede senden ’kalıcı değeri olan bir armağan’ isteyen bir kız benim gözümde hiçbir şey değil aslında. Bazen geri durmayı öğrenmen gerekiyor. Kadınlar hakkında çok şey biliyor olmana rağmen mütemadiyen çuvallıyor oluşun akla pek yatkın değil. Neden biz insanlar teorikte iyi olup pratikte bocalıyoruz dersin? Bir miktar yanılgı yaşanmadan öğrenilemiyor mu? İşin tuhaf yanı, aynı yanılgıları tekrarlama biçimimiz. Çünkü yanılgıları bilerek tekrar edişimiz onları yanılgı olmaktan çıkarıp bir tercih konumuna getirmiyor mu? Herkes hayatta yaptığı seçimlerden ibaret yaşamıyor mu hayatını? Peki ya Sylvia? Ya Virginia? Onlar da kendi seçtikleri hayatı yaşamadılar mı? Belki bütünüyle hata olarak nitelendirilebilir değil mi? Seni terk ede ede, maymuna çeviren kadına aşık olmana, bir kadın uzmanı olmana rağmen o zavallı korkak kadın müsvettesinin ardından yıllardır yas tutmana hiç değinmeyeceğim.

Virginia hayattan ziyade nedense ölümü düşündürüyor. Sylvia’nın ölümü daha trajik belki ama Virginia’nın ki daha cesurca. İntihar ederlerken acaba derinden bir korku hissetmiş olabilirler mi?
O an vazgeçmek geçmiş midir akıllarından? Yazmak insanı çıldırtıyor olabilir. Ama içimizde pompalanan sadece kan değil Ergin.. Ve Sol fa sol benim için bir nota değil yalnızca.. :)

’Kasadaki kızı’ diyor Murathan Mungan.
’Herkes görür ama kimse tanımaz.’

O kız sence ben miyim gerçekten?
"Beni tanımamışsın." derim Ergin. Ben değişmedim.
Seni Seviyorum.