Benim canım,
Mektubunu aldım. Çok mutlu ve çok mutsuz olabildim sayende. Çok zaman oldu bana yazmayalı. Ne çok zaman oldu senin içine dokunmayalı...
Mektubunu aldım. Çok mutlu ve çok mutsuz olabildim sayende. Çok zaman oldu bana yazmayalı. Ne çok zaman oldu senin içine dokunmayalı...
İnsan isterse kendi küllerinden doğar... tüm sevdikleri için.
Ah be adam! Ah be benim canım; uzun zamandır içimde yaşayan duyguların sana ait olanlarını tutuyorum zincirlerle. Sen o zincirleri de yakıyorsun... buna gerek yok.
Gerek olan tek şey nefesini alıp vermek. Kendini hiçbir şeye ve kimseye ait hissedememek seni yok kılmaz. Açılan kapılardan kaçman seni hiç yapmaz. Ama biliyorum ki bu yazdıklarım insanı mutlu etmeye de yetmiyor... biliyorum.
Biliyorum, hayatına sonradan dahil olanlar sana fazlalık gibi geliyor. Huzur veya mutluluk ararken kendini yeni sorunlar ve olası mutsuzluklarla karşı karşıya kalmış halde buluyorsun. Bizim huzursuzluğumuz da, mutsuzluğumuz da bize yetiyor zaten. Ekstra güçsüzlük istemiyoruz hatırlasana! Aslında bizim ait olduğumuz bir yer var zaten. O da yalnızlığımız değil mi canımın içisi.
Mektubunun bende korkunç bir yazma isteği uyandırıyor olması, yazdıklarını uzun uzun düşünüyor olmam nelere sebep olacak göreceğiz. Ama sanırım mektubun, kişisel olarak anılarıma doğru yolculuk yapmama sebep oldu. Uzun zamandır ilk kez heyecan duyup odama çekildim ve yazarken gerekli olan iki yardımcı malzemeyi alıp kelimelerin arasına karıştım. Deli olmaktan kıvanç duyduğumu, bir şehrin yan sekmesi gibi odamda beklerken dünyanın içine bir giriş kapısı bulmayı ummadığımı yazmışım geçmiş bir zamanda. Neden yazmadım sana? Aslında bu soru cevabını bildiğin bir soru olduğu için cevaplanmaya bile değmez. Fakat bunu benim ağzımdan duymanın sana başka türlü bir haz verdiğini iyi biliyorum. Şimdiye kadar kendimi kötü hissetmemek için sana yazmayı kestim. İnsan kendisini mutsuz hissettiren her şeyden hızla uzaklaşmalıdır mottomu bilirsin.
Mutlu olmanın yolunu, Bayan "S" gibi dünyaya mutsuz olmak için sanki yemin ederek gelmiş birine sorman hayli ironik. Basit bir sual ediyorsun fakat cevabını aradığını sanmıyorum. Herkesin mutlu olmaya ihtiyacı olduğunu biliriz. Bazen mutsuz olmamayı ama mutlu da olamamayı başarabilmek bile benim için bir övünç oluyor. Sanırım beş yıl önce ayrı ayrı izlediğimiz o filmi birlikte izleyeceğimiz günü düşününce iyi hissediyorum. Çünkü mutluluk denilen şeyin hayatın içindeki o kısacık güzel anlardan ibaret olduğunu biliyorum. Yaşarken fark edemediğimiz, ancak üzerinden uzun aralıklar geçtikten sonra gülümseyerek anımsayabildiğimiz o kısacık anların arasında gizli bir şey işte mutluluk. Çünkü mutluluk kısacık bir şey. Kısa ve bazen yakıcı. Kısa, öz ama bazen gerçekten yaralayıcı.
Mutlu olduğun bir anın özlemi ömür boyu yakanı bırakmaz Bay Ergin.
Uzun süren mutluluk yoktur ki! Bir an mutlu olup sonra yıllarca o mutluluğun sürdüğünü söyleyeni duydun mu hiç? Varsa da yalan söylüyordur. Mutlulukla huzuru veya içinde yarattığı olumlu hissiyatı mutlulukla karıştırıyordur öyle söyleyen. Onlara inanma artık ERGİİİNNN...
Sana zaman zaman öfke duydum. Ama bu öfke sessizlik içinde geçip gidiyor işte kendiliğinden. Uzaklaşmak her zaman olduğu gibi işe yarıyor. Biliyorum ki geçecek, biliyorum ki yine ’her şey’ hakkında ’her şeyi’ konuşabileceğiz. Matem gibi bir şeye benzetiyorum senin bana yazma halini.
Ve böyle zamanlarda kendi haline bırakıyorum seni. İstiyorum ki acını sonuna kadar yaşa ve bitsin. Sonra hayatın her şekilde devam edişi gibi yine kaldığımız yerden devam edelim. Geldiğin halde gelmeyişin beni üzdü dersem saçma olur mu? Olsun. Üzdü çünkü Ergin.
Esasen üzüldüğüm şey hayal kırıklığının peşinde sürükleniyor oluşundu. O kadın, hayatımızın içerisinde, bizi birbirimizden uzaklaştırmış olabilir miydi? O asla buna sebep olabilecek kadar mühim biri değildi benim için ama senin için öyleydi Ergin.
Peki Ergin,
yarın belki de şuan hiç hayatımızda olmayan biri, aramızdaki bağı koparmaya hiç de hakkı olmayan biri bizi koparmayı denerse buna yine izin verecek misin? Ben bunun olmasından korkuyorum Ergin. Benim, senden daha çok bana benzeyen bir insan olmadı hiç hayatımda. Biliyorum bencilce ama bu bencillik ikimiz adına Ergin.
Çünkü senin de bensiz zorlanacağını çok iyi seziyordum ben Ergin. Yaşayamazsın demiyorum elbette yaşarsın ama tek başına, senin ciğerini hiç bilmeyen insanlar arasında, kendini ifade etmeye yeltenmeyecek biri olduğunu da düşünürsek, nefes alman bile olanaksız gibi görünüyordu bana o zaman Ergin... Sevgi sözcüklerinden ve övülmekten hoşlanmazsın sen Ergin. O yüzden gerisini yazmıyorum Ergin.
O kadını kaybettiğinde seninle yine öyle bir durumdaydık ki sana söyleyemedim bir şey.
Çaresizliğin ve gerçek acının ne olduğunu en yakın arkadaşımın gözlerinin içinde görebildiğimi, canımın nasıl acıdığını hiç anlatamadım sana o günlerde. Üzerinden iki sene geçmesine rağmen hala elimden hiçbir şey gelmiyor oluşu beni üzüyor.
Dün gece beraber çektirdiğimiz eski bir fotoğrafı aradım, bulamadım. Biz öldüğümüzde etrafımızdaki insanların aklından neler geçeceğini merak ediyorum bazen. Kimlerin aklında iyi, kimlerin aklında kötü kalışımı merak etmek...
Sen ölürsen Ergin... ama sevgi sözcüklerinden ve övülmekten hoşlanmazsın sen...
Vazgeçtiğimiz ve vazgeçemediğimiz ne varsa onları düşünüyorum. İlişkiler iki kişi yaşanır fakat bittiği zaman enkaz kaldırma işini tek kişi üstlenir. Diğeri yeni inşalar kurmaya gitmiştir çoktan. Oysa sevilen karekter yolun ilk başlarında sanki her şey yolunda gidecekmiş hissi verir insana. Sonra yüzeysel konuşmaları bırakıp daha derin sohbetler başladığında bir şeylerin ters gideceğini düşünmeye başlar insan. Ben bunu geçen bir zaman aralığında hissetmiştim aslında. Uzak, çok uzak bir ülkede yaşayan o eski defter karşıma ilk çıktığında anlamıştım tuhaf bir şeyler olduğunu. ’Birbirimizi yanlış anladık’larla geçiştirip üzerini örtmelerin bir işe yaramayacağını o zaman da biliyordum. Aslında doğru anlamıştık. Biz buyduk. Neden olmadığımız gibi gösterme yanılgısına düştük, buna hiç gerek yoktu.
Sonra mümkün olabileceğini sandığımız iyi ve güzel ihtimallere kapıldık bir kez daha. Her şey sanki keskin bir bıçağın üzerinde seyrediyordu. Muhteşem bir gösteri, göstericinin ani bir refleks kaybı veyahut gözden kaçırdığı ufak bir hatasıyla mahvolmaya hazırdı. Beklenen veya olması gereken oldu. Ve bıçak, gösterici için de izleyici içinde fazlasıyla ürkütücü ve acılı bir halde saplandı. Kanlar içinde kesildi bağımız.
Benim için bu depremin şiddeti sekiz veya dokuz, belkide yüz elli büyüklüğündeydi.
Bu deprem diğer depremlere benzemiyordu. Bu seferki depremin artçıları bile dayanılmazdı.
Zar zor toparladığım aklımı, kalbimi, ruhumu bu kez nasıl toparlayacağımı bilmiyordum. Oysa bundan önceki depremde pılımı pırtımı toplamış ve tam gidecekken bir güle kolumdan yakalayacağını ve kalmam gerektiğini yüzüme haykıracağını, bizim için her şeyin güzel olacağını söylemeni beklemiştim. İnanacaktım.
Ben deprem hattının üzerinde yaşamaya alışkınım Ergin. Şimdi bir enkaz içinde yaşıyorum.
Ne bir açıklama yapan var, ne yaralarımı saran, ne her şey güzel olacak diyerek beni teselli eden. Konuşabilseydik söylemeyi istediklerim vardı. Seninle acıyı bölüşebilmeyi, anlatabilmeyi ne çok isterdim. Omuzlarında ağlayabilmeyi, o güçlü görünen kırılgan yanımı göğsüne bastırıp ona acının ve çaresizliğin tasvirini yapabilmeyi... Çaresizliğim de kocaman bir yumağa dönüşmüş yalnızlıktan başka bir şey değildi artık. Gidiyorum demiştim. Kal dememiştin.
Geçtiğimiz yılın sonlarına gelmeden hemen önce dertsiz bir başım, kendimce yaşam telaşlarım, geceleri beni bırakıp bir yere gitmeyen bir uykum ve kabussuz rüyalarım vardı. Güzel olan her şey biter değil mi ? Bitmeyenleri de harcamada üzerimize yoktur biz insanların..
Bazı tarihler aldığım kararları sarsıntılara uğratmaya ve belki de çökertmeye uğraşıyor. Ben tarihlerle sınanıyorum, kuşlarla sınanıyorum, sen yalnızlığınla, uzaklarla, ikimiz birden aramızdaki binlerce kilometreler ile..
Bazen dönüm noktaları, o güzergahta bulunan herkesin hayatını değiştirir. Bazen çocuklar beklenilenden ani büyümek zorunda bırakılır. Annelerinin gözünde hala bebek olduklarından ötürü artık onların kocaman adamlar olduğunu kabullenmek zaman alır. Bir gün karşına dikilip büyükçe bir laf eden küçüğün seni hayatın gerçekleriyle yüzleştirir. Evlat değil bir bakıma evladının sayısı kadar dost edinmişsindir kendine. Yıllar böyle böyle, bir garip hallerde, seni eskite eskite, kabullenemediğin bir hızla geçip gider. Çizgiler çoğalır, anılar çoğalır, üzüntüler çoğalır, yapamadıkların çoğalır, yapmak istediklerin çoğalır, pişmanlıklar çoğalır. Sonra bir gün oturup böyle, bir fotoğrafa bakıp hayatının film şeridini buluverirsin önünde. Biraz buruk ama sonsuz bir özlemle.
Biliyor musun sınırlı sonsuzluğun varlığına inanmak istiyorum. Tıpkı şarkıdaki gibi, seni kavşakta bekliyor olacağım. Seninle ilgili her şeye inanıyorum. O dağı göreceğime de, o filmi birlikte izleyeceğimize de, o şarkıyı birlikte dinleyeceğimize de...
bana yazmaya ve notlar biriktirmeye devam et. Çünkü; "evet" Ergin, o şarkıyı çok seveceğiz. O şarkı bunu hiçbir zaman bilmeyecek...
Keşke sevgi sözcüklerinden hoşlansaydın. Mektubumu seni çok seviyorum diyerek bitirirdim.
![]() |
eskiden gülüyorduk... |